29 Eylül 2008 Pazartesi

Marangozluğa soyunduk anacım...:)

Yüksek lisansa başlayıp Kayseri'ye taşınmamı müteakip Aziz'in odasının darlığından muzdarip olmaya başladım. Yerleşmek için eşyaları içine koyacağım bir şeye ihtiyaç vardı tabi. Ee oda dolu olabildiğince; biz nereye ne koyacaz? Allah'tan Aziz de ben de kes-biç-doğra-yapıştır işlerinden anlıyoruz. Hemen gözlerimizi duvarlara çevirdik; boşlar.:)

Amaç duvara raf yapmaktı ilk başlarda; duvardan duvara, pencerenin hemen üstünde bir raf. Bir sürü eşya toparlardı o raf. Fakat kıyafetleri sokacak kapalı bir şey de lazım. Eee, ne yapacaz. Raf işini erteledik ve şimdilik bir dolap yapsak dedik. Macera da burada başlıyor aslında:)

Düşün-taşın, planla derken 27 eylül cmt gününü bu işe ayırdık. Cuma günü çarşıdaki işlerimizi hallettikten sonra Aziz "Ee, şimdi gidip alsak malzemeyi Tekzen'den, hazır çıkmışken. Yarın bir daha niye çıkalım ki?" dedi. Mantıklı da konuştu hani:)))

Niyet Tekzen'e gitmek...

İki seçenek sundu Aziz; Ya biraz yürüyeceğiz, dolmuşa bineceğiz ve Tekzen'in önünde ineceğiz ya da ahanda şordan otobüse bineceğiz ve inince yürüyeceğiz. Dolmuş daha mantıklı geldi o an için; daha az yürünecekmiş. Malum oruç, gün boyu gezinme falan derman bırakmıyor adamda.

Başladık yürü-meye... (Mavi Sakal vurgusuyla okuyun lütfen)

Bir de baktık dolmuşlar durmazmış...

Dolmuşa bineceğimiz yere kadar yürüdük; bayağı yürüdük... Hemen bir dolmuş geldi; el ettik; sallamadı bile bizi. Bir dolmuş daha geldi hemen; el ettik; o da sallamadı bizi. Acaba dedim bir durakları neyin mi var bu meretlerin; Aziz "yok ama..." dedi... Ben bi soriim diyerekten daldım bir dükkana ve sordum. Adam "yok abi durak neyin. ayakta yolcu almıyolar; polis ceza kesiyor. Ee biraz bekleyeceksiniz." dedi. Bekledik... Bekledik... El ettik... Bekledik... 20 dakika oldu, bekledik... 5-6 dolmuştan sonra Aziz "Şu ilerideki -bayağı ilerideki- durağa yürüyüp otobüs durağına mı gitsek, orada duruyo bu meretler. olmadı otobüse bineriz" dedi. Yine mantıklı konuşmuştu.

Yürüdük; yine...

Durağa geldiğimizde bir otobüs yanaştı, sorduk şoför amcaya "geçer mi Tekzen'den" diye. Şofer amca "geçmez ama binin geçen otobüse kadar atiim sizi" dedi; saolsun. 3-4 durak ilerde bıraktı bizi.

ve başladık beklemeye...

Yine gelip geçen, bizi sallamayan dolmuşlar... toplamda 30 küsür dakika olmuşken otobüs de yoktu görünürlerde. 5 dakika falan sonra bir dolmuş sellektör yaptı bize; o da nesi boş ve bizi alacak. Aziz "abi otobüse bincez işte, şimdi gelir." dedi ve benim dur işareti yaptığım dolmuşa "yok yok binmicez" dercesine el-kol salladı.

Otobüs de gelmedi bi türlü...

Biraz daha bekleyip otobüsten de ümidimizi kesince bari dolmuşa binelim dedik ama nerde; dolmuşlar durmuyor ki... Ben Aziz'e sevgi dolu cümleler kuruyorum tabi bu arada.:) Çok geçmedi, biraz sonra otobüs geldi ve bindik sonunda; sonunda...

Otobüsten inilir, 5-6 dk yürünür ve Tekzen'e varılır. Nasıl sevindim anlatamam.:)

Hadi şu lanet tahtaları alıp gidelim bu lanet olası yerden dostum. (Zenci aksanı ile lütfen)

Tekzen'e girip tahta kesim bölümüne varıp bir görevli bulduktan sonra aldığımız cevap aynen şöyle: Abi şimdi iki kamyon mal geldi, tüm elemanlar mal çekiyor. Bugün çok zor, yarın akşama doğru gelirseniz yardımcı olalım.

Ana, ba ba ba(Çocuklar duymasın Haluk vurgusu lütfen), adam mağaza elemanı değil devlet dairesindeki memur sanki. Bana ne arkadaşım mal çekiyorsan, bir kişi eksik çek. Tabi böyle söylemedik; nezaket çerçevesinden taşmadan anlattık halimizi, yolda çektiklerimizi felan. Yok, olmaz diyo. Müdüre çıkalım dedik Aziz'le; çıktık. Adam gayet nazik rica etti: Elemanlar oruç oruç iki kamyon bilmem kaç ton malzeme indiriyorlar, bitmesi de lazım bunların; yarın istediğiniz vakitte gelin yardımcı olalım, rica ediyorum. Ee böyle söyleyince anlayışlı davranasımız tuttu bizim de; davrandık.


Cumartesi hiç çıkasımız gelmedi yağmur felan yağınca. Pazara erteledik.

Pazar öğleden sonra yola çıktık. Bu sefer evden otobüs ile dolmuşların ilk durağı, oradan da Tekzen; kolay oldu yolculuk. Tekzen'e girdiğimizde ortalık mal kaynıyo; adamların deposu yok herhal, buldukları yere koymuşlar malları. İndik tahta kesim kısmısına.

ve şalteri attıran olay...

Aynı eleman orada. Merhaba dedik biz geldik. Hem de bir gün geç geldik; bitmiştir herhal işleriniz. Adam daha da ölümcül bir cevap verdi bize Cuma günkünden; Abi bakın plakaların(suntalar) önüne yığdık malları yer olmadığından. Ordan plaka çıkarmam imkansız şimdi. Hatta siz bir hafta-on gün sonra gelin anca hallolur burası.

Evet adam "bir hafta-on gün" dedi; bir hafta-on gün. Sinirim tepeme vurdu.

Aynen şunları söyledim: Bir hafta-on gün mü? İyi de Cuma günü yarın gelin demiştiniz. Madem oraya mal yığacaktınız "aa bi dakka, dün birileri gelip sunta istemişti, bir plaka ayıralım şuraya" demediniz mi? Hadi onu bırakın " bir müşteri gelir de sunta isterse ne yaparız?" da mı demediniz? Ama benim şimdi gıcıklık yapasım ve "ben anlamam kardeşim, çekin malları verin suntamı" diyesim geliyor. Ne olacak şimdi?

ve yine müdüre... Gerçi müdür de değil yetkili falandı herhalde.

Adama anlatır anlatmaz "Ne on gün mü? kim dedi bunu size" deyip hemen birini anons etti. Gelen elemana emir verdi "Bu beylerin işini hallet ve kim demiş on gün diye bana gönder". Bir an kötü hissettim kendimi; adam için pek iyi olmayacaktı anlaşılan çünkü yetkili kişi gayet sinirlenmişti. Ama onun da yaptığı... neyse.

İndik aşağı ve İbrahim bizimle ilgilendi. O diğer çocuğun söylediğini, olması gereken nezaket ve mantık içinde söyledi: Öncelikle arkadaşımızın yaptığı için özür dilerim. Yeni, tecrübesiz bir akadaş. Şöyle de bir durum var ki şu malları ordan kaldırmak, bir plaka almak ve kesmek en az 2 saat sürer. Siz bu sürede beklemeyin, isterseniz iftardan sonra gelin, hazırlanmış olarak verelim malzemeyi.

Ee, kızgındık ama yapılacak bir şey de yoktu; adam haklıydı; en az iki saat sürerdi. Aziz'le düşünüp tamam dedik. İftara 4 küsür saat vardı; eve git gel pek mantıklı değildi iki saati yolda geçireceğimiz düşünülürse ve canımız film izlemek istiyordu:)) Kayseri Park'a gidip film izleyelim dedi Aziz; ben de olar dedim.:)

Biraz yürüdük, Kayseri Park'a vardık; WALL-E'yi izledik, iftar yaptık falan; bunları ayrı bir yazıda anlatırım.

Döndük Kayseri Park'tan gayet mutlu ama yorgun ve ölümcül bir baş ağrısıyla uğraşır vaziyette. Evet, ikimiz de. Neyse daha fazla uzatmayayım; aldık malzemeyi; dolmuş, otobüs derken evdeydik. Her şeyi bir kenara atıp direk yatağa uçtuk; baş ağrısı ölümcüldü.

İlk bölümün sonu...

Aziz'in uyanmasını beklerken yazmaya başladım, Aziz uyandı ve beni bekliyor şimdi. Evet başlıyoruz dolabı yapmaya. Fotolar ile anlatımını yapacağım tabii ki yapım aşamasının ama; foto makinemi Mehmet'e verdiğimden dolayı salak telefon ile çekeceğim fotoları; kalite beklemeyin yani...

Hade marangozluğa...

Hiç yorum yok: