6 Şubat 2009 Cuma

Özür meselesi

Çok zamandır yazmak istiyorum bu konuda; istemek yetmiyor tabii, şartların "olgunlaşması" gerek. Olgunlaştılar efem ve yazdım. Aslında bizim cadının yazısına yorum yazdım sadece ama yazacaklarım da o kadardı zaten:)

kopi-pest; buyurun:



Daha önce bir yorum yapmıştım ama sansürlendim:) Şaka tabii ki; bu salak blogger arıza çıkardı. Destan gibi de yazmıştım. Hatta "uzun oldu bu; ben en iyisi blogda devam edeyim" diyerek bitirmiştim. O anki duygu ve düşüncelerimle yazdıklarımı tekrarlayamam şimdi ama aynı eksende olacaktır yazdıklarım. Girizgâhı uzattım yine; başlıyorum yoruma.


Özür dilemek veya dilememek, kabul etmek veya etmemek... O kadar önemsiz ki bunlar gözümde... Okuyorum, izliyorum, dinliyorum ama cevap bulamıyorum bir türlü kafamdaki soruya: yaşananlar neydi? 1915 olayları denen "şey" bir "soykırım" mıydı yoksa "savaş şartlarında, sorun çıkaran bir topluluğu, sorun çıkarmayacakları bir yere naklederken doğanın, imkansızlıkların yüzünden bu topluluğun ziyan olması" mıydı? Hangisiydi? "Ziyan olmaları"na göz yummak mıydı yoksa; yoksa en başından beri tasarlanarak mı "ziyan" edilmişlerdi?

Okuyorum, izliyorum, dinliyorum ama cevap bulamıyorum. Çünkü itham eden "sadece" itham ediyor, savunan ise tarih diliyle konuşuyor, belge sunuyor, ispat gösteriyor. Sırf bu durum bile "talihsiz bir ziyan" savunmasını kabul etmeyi gerektiriyor. Ama... Aması şu: İçimdeki hümanist, "sınırlar kalksın, tek Dünya, insanlık olarak yaşayalım" diyen hümanist olmaz diyor; içimdeki barışsever, "hiç bir savaş haklı olamaz" diyen barışsever olmaz diyor; olmuyor. İstiyorum ki "soykırım" diyenler de "tarih dili" ile konuşsun; istiyorum ki "soykırım" diyenler de "kanıt" göstersin; ondan sonra oturup karar vereyim "soykırım" mıydı "talihsiz bir ziyan" mı? Taraf olmayayım; sadece insan olayım.

Peki böyle olursa, itham eden de tarih diliyle konuşursa fark eder mi; ölenlere, olanlara üzüntüm azalır mı? Tabii ki hayır!!! Fark etmez; azalmaz. Ama yine de rahatlarım. Ya üzüntümün yanına utanç ve özür katarım ya da sadece üzülürüm. İşte bu fark eder.

Tamam, her koşulda özür dileyelim; onları koruyamadıysak da korumadıysak da. Peki "savunan"ların dediği gibi sadece "talihsiz bir ziyan" ise ne olacak; bir güzel kandırılmışsak ne olacak; bu sadece insanlık adına istenen bir özür değilse ve arkasından başka istekler gelecekse, arkasından "başkaları" gelecekse... Ne olacak o zaman? O zaman da Kurtuluş Savaşı'nda ölen dedelerimizden, ninelerimizden mi özür dileyeceğiz? Mustafa'dan mı özür dileyeceğiz? Bu sorular uzar gider.

Velhasılıkelam, hiçbir anlamı yok özrün. Vicdanımı bir taraftan rahatlatırken öteki taraftan daha fazla sıkıntıya sokan bir özrün hiçbir anlamı yok.

Bir de o Ermenilerden gelen özür var ki onun neresinden tutsam bilemiyorum.

Cadının verdiği bağlantıdaki haberi okuyunca, tarafsızca, ne sevinerek ne gülerek ne kızarak ne de küçümseyerek, sadece tarafsız olarak okuyunca şunu görüyorum: Biz de özür dileriz yaptıklarımızdan dolayı ama...

Aması şunu anlattı bana: "Bizim yaptığımız soykırım değil, etnik temizlik değil; biraz adam öldürdük o kadar. Sizinkinin yanında adı bile anılmaz ama yaptığınız şey güzel(!)*, biz de karşılık verelim ki samimi görünelim." Aynen bunu anladım. (*özür bizim(Ermenilerin) ekmeğimize yağ sürüyor, ondan güzel)

Tarafsızca bir okuyun; bakalım siz ne anlayacaksınız?

Hiç sevmesem de, anlam veremesem de, kabul etmekte zorluk çeksem de ülke ilişkileri sadece ve sadece "çıkar" üzerine kurulu; yok öyle dost, din kardeşi, kardeş falan. Yok işte. Örnekleri gözümüzün önünde; İsrail katliam yapıyor, eee, ilişkiyi boz yiyorsa. Silah alıyoruz biz hâlâ adamlardan. Çıkar yönetiyor Dünya'yı, başka hiçbir şey değil; maalesef.

Umarım anlatabilmişimdir kendimi, hislerimi; umarım...

Hiç yorum yok: